Çocukluğumuz… İlk gençlik yıllarımız… ve bugün… İşte insanın dünü ve bugünü olan bazı sanatçılar vardır. Edip Akbayram da o isimlerden biri benim için.
Kaset döneminin sonuna yetişmiş bir çocukluktu benimki. Şehirden uzak iki büyük dağın arasında bir vadi içerisine yerleşmiş küçük ve sıradan bir Anadolu köyü… Ortasından büyükçe bir ırmak geçer. İlkbaharda sabah güneşini görünce üzerinden buharların çıktığı upuzun bir ırmak. Sonradan öğrendim ilkbaharda üzerinden buharların gökyüzüne yükseldiği o ırmağın Fırat’ı beslediğini. Dönemin mavi önlüklerini ve beyaz ‘yakalıklarını’ giyip okula gittiğimiz yıllar. Müziğin, edebiyatın ve sanatın bu kadar hızlı tüketilmediği, gazetenin nadiren uğradığı ama kültürel birikimlerin büyük etkisiyle hemen her evden türkü seslerinin geldiği bir Anadolu köyü. Bahsettiğimiz o koca ırmak boyunca sağlı sollu kavak ağaçları, nisan aylarında kayısı ağaçlarının bir iki haftalığına beyaz gelinlik giydiği, sonra beyaz gelinliklerin yerini yeşil yapraklara bıraktığı bir coğrafya… Sizlerin okurken doğal güzellik olarak zihninizde resmetmeye çalıştığını şey aslında ‘ekmek parasının’ her yıl hemen hemen aynı rutinde devam eden yolculuğunun başlangıcıydı bizim için. Önce çiçek açar ağaçlar, sonra yeşillenir, sonra o yemyeşil meyveler haziran sıcağında sarı sarı olur. İşte o sarı meyveler; ayakkabı parası, defter parası, kalem, kitap parasıdır…
Şimdi bu anlattıklarımın Edip Usta ile ne alakası var diyebilirsiniz. Hemen anlatayım… Biraz önce telefonuma bir bildirim sesi geldi. Mesaja baktığımda iki kelime meseleyi anlamama yetti. Edip Akbayram… O anda bazen öfke ile, bazen kırgınlıklarım ile bazen kızgınlıklarım ile ama çokça da özlem ile andığım çocukluk yıllarım geldi aklıma. Evet Edip Akbayram’ı herkes kadar sever, türkülerini de hem dinler, hem de amatörce de olsa dost meclislerinde emektar bağlamam eşliğinde söylemeye çalışırım. Fakat Edip Usta’nın vefat haberinin beni bu kadar etkileyeceği aklıma gelmezdi açıkçası. Bir anda size az önce bahsettiğim o Anadolu’nun sıradan köyünde geçen sıradan çocukluk yıllarım film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden. Hala gözümün önünden gitmeyen bir kaset kapağı… Kaset kapağının üzerinde çapraz bir şekilde film şeridi geçiyor. Film şeridinin içinde bir bağlama fotoğrafı ve bir iki tane de Edip Akbayram’ın fotoğrafı. Sol üst köşede Edip Akbayram yazıyor. Sağ alt köşede ise arka planda Edip Akbayram’ın siyah beyaz fotoğrafı ve albümün adı; dün ve bugün… Manidar değil mi?
İnsanın hem dünü hem de bugünü olmak… Her sanatçıya nasip olmaz herhalde… Şu anda bu yazıyı yazarken arka fonda Edip Usta’nın büyüleyici sesi; “Ne gezersin melül melül bu yerde, Aman Kerem beni rüsva eyleme. Kısmet etmiş beni sana yaradan, aman Kerem beni rüsva eyleme…”
Dünümüz, bugünümüz ve yarınımız olan usta sanatçı Edip Akbayram; uğurlar olsun….