Sigmund Freud’un “Aile hayatı, ailenin en hasarlı ferdinin etrafında şekillenir” sözü, aslında birçok ailede sessizce yaşanan bir gerçeği dile getirir. Aile bir sistemdir; bir bireyin yaşadığı duygusal, psikolojik veya davranışsal sorun, sistemin tüm üyelerini etkiler. Tıpkı bir dişliden biri bozulduğunda tüm mekanizmanın aksaması gibi…
Bir ailede bir çocuk içine kapanık, öfkeli veya kaygılıysa; ebeveynlerin gündemi, farkında olmadan o çocuğun ruh haline göre şekillenir. Eğer ebeveynlerden biri kırgın, yorgun ya da psikolojik olarak zorlanıyorsa; evin enerjisi buna göre değişir. Bu durum, “suya atılan bir taşın halkaları” gibi tüm bireyleri etkiler.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta vardır:
Freud’un “hasarlı fert” diye tanımladığı kişi, aslında sadece görünür sorunu taşıyandır. Gerçek anlamda “hasar”, çoğu zaman aile dinamiklerinin dengesinde gizlidir. O birey, sistemin içinde bastırılan duyguların, konuşulmayan sorunların ya da çözülememiş geçmişin sesi olabilir.
Bir aile danışmanı olarak şunu söyleyebilirim ki; bir ailede bir kişi sürekli “problemli” olarak görülüyorsa, aslında o ailede “yardım çağrısı” yapan bir sistem vardır. Dengeyi yeniden kurmanın yolu, tek bir kişiyi düzeltmekten değil; tüm ailenin birbirini anlamasından geçer.
Unutmayalım, her aile bireyi bu çemberin bir parçasıdır. Ailenin bir üyesi iyileşmeden, sistem tam anlamıyla huzura kavuşamaz. Ama aynı şekilde, bir üyenin değişimi de tüm aileyi dönüştürebilir.
Gerçek aile olabilmek, en hasarlı üyeyi dışlamak değil; onunla birlikte iyileşmeyi seçebilmektir.

