Günden güne anlamını yitiren hızlı bir hayatın aksine durup sakince el ele yürüyen Yelgeçer ailesi, doğayla iç içe bir ömrün naif kahramanları. Asıl mesleği öğretmenlik olan fakat arıcılık, metin yazarlığı, ornitoloji hakemliği, yazarlık ve çevirmenlik de yaparak 24 saatini tam anlamıyla dolduran Alparslan Yelgeçer, sevgili eşi Banu ve minik kızı Güneş ile Balya’nın doğa harikası ormanlarında benzersiz ballar üretiyor. “Güneş Orman Balları” markasıyla doğanın mucizesini sofralara taşıyan Yelgeçer, “Benim misyonum, ne olursa olsun her koşulda üretmek” diyerek üretimin olmadığı her an toprağa en büyük ihanetin yapıldığını vurguladı.
Kütahya’da doğup büyüyen ve üniversite eğitimini tamamlamak için Balıkesir’e gelen Alparslan Yelgeçer, Necatibey Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümünden mezun olduktan sonra Balıkesir’de 10 yıl hem öğretmenlik hem de idarecilik yaptı. “Çocuk yetiştirmeyi her zaman çok sevdim” diyerek mesleğine olan sevdasını dile getiren Yelgeçer, birkaç yıl ticaretle uğraşmasının ardından Balıkesir Büyükşehir Belediyesi Kent Arşivinde Sanat Tarihçisi olarak göreve başladı. Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Dairesinde metin yazarı olarak görevini sürdüren Yelgeçer, arıcılıktan ornitoloji hakemliğine, Osmanlıca çevirmenlikten sanat tarihçiliğine kadar pek çok meslek dalıyla birden ilgileniyor.
“ÇOCUK YETİŞTİRMEYİ HER ZAMAN SEVDİM”
Öğretmenliğin kendisi için büyük bir sevda olduğunu söyleyen Alpaslan Yelgeçer, “Kendimi hala Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak görüyorum. Mesleğim bu. Nerede çalışırsam çalışayım, mesleğim her zaman bu olacak. Çocuk yetiştirmeyi her zaman çok sevdim, hala da seviyorum. Ancak köyde yetişmiş olmanın verdiği mahrumiyetler ve tam tersine yaşattığı zenginlikler sonucunda doğal olarak çok yönlü bir şekilde yetiştim.”dedi.
“ANNEM VE ABİMDEN ÇOK ŞEY ÖĞRENDİM”
Çalışmayı çok sevdiğini, bu özelliğinin ise annesi ve abisinden aldığını söyleyen Yelgeçer, “Rahmetli annem ve çok kısa bir zaman önce kaybettiğim abim sayesinde yetime yeti eklemeyi başardım. Yaklaşık 30 yıldır kafes kuşları üretiyorum. Bu alanda dünya ve Avrupa şampiyonluklarının yanı sıra her yıl birkaç ulusal derecem oluyor. Aynı zamanda bir ornitoloji (kuş) hakemiyim. Bunun yanında kendimi bildim bileli yazıyorum. Aktif olarak 20 yıldır çeşitli edebiyat dergileri ve gazetelerde öyküler, derlemeler ve makaleler yayımlıyorum. 3 yıldır çeşitli yayınevlerinde Osmanlıca çevirmenlik ve sadeleştirme çalışmaları yapıyorum. 8 yıldır Balya'da ormanların içinde doğal orman balı üretiyorum. Bir dönem doğal yumurta işini de yaptım, maalesef yem fiyatlarının astronomik şekilde artması nedeniyle yumurta işini 3 yıl sonra bırakmak zorunda kaldım. Bana yorulup yorulmadığımı soruyorlar. İnsan, sevdiği işleri yaparken yorulur mu? Ben, o işlerin başına her gidişimde sanki yeni başlıyormuşum gibi hissediyorum.” şeklinde konuştu.
“MİSYONUM: HER NE OLURSA OLSUN HER KOŞULDA ÜRETMEK”
“Bir misyonum var. O da ne olursa olsun her koşulda üretmek.” diyen Yelgeçer, “Savaşta bile olsam bir şey üretmek. Üretim deyince de yanlış anlaşılıyor. Üretmek illa tarımsal, hayvansal ya da teknik bir ürün ortaya koymak anlamına gelmiyor. İnsan, bir düşünce de üretebilir; bir sanatsal ürün de ortaya koyabilir. Ben, her pınardan su içtiğim için bu saydığım tüm alanlarda bir varlık göstermeye çabalıyorum. Çünkü üzerinde yaşadığım toprak parçasının adı Anadolu. Burası bin yıllardır dünyada nitelikli üretimin yapıldığı nadir istasyonlardan biri. Bunun için yanıtın başında dediğim gibi ben aslında çok çaba sarf etmiyorum. Bu toprağı anlayabilmişsek herkesin biraz böyle olması gerekiyor zaten. Herkes bir şeyler üretirse bu toprağın hakkını vermiş oluruz. Üretmediğimiz her an, bu toprağa en büyük ihaneti yapıyoruz. Antik Yunan'da bile Anadolu halkları zeytinyağı ve şarap üreterek bölge ekonomisine katkıda bulunmaya çalışıyordu. Antik Roma'da da durum değişmedi. Anadolu, Roma'nın da besin deposuydu. Askeri besleyecek gıda, bu topraklardaydı.” sözleriyle üretmenin ne kadar değerli olduğunu ifade etti.
“GÜNÜMÜZ TOPLUMU BANA KOMİK GELİYOR”
Toplumun her geçen gün üretimden vazgeçtiğini ve kendi sonunu hazırladığını söyleyen Alpaslan Yelgeçer şunları söyledi; “Günümüz toplumu bana çok komik geliyor. Herkes olduğundan başkası gibi görünerek gölgesini büyütmeye çalışıyor. Kimseye bir şey kanıtlama çabası içinde değilim. Ben böyleyim, olduğum gibiyim. Anladığım işleri yapıyorum, onları ihmal etmiyorum, belki biraz uçlarını sivriltiyorum ve başarı elde ediyorum. Tüketim toplumu denilen şey artık etiyle bedeniyle yaratıldığı için benim yaptığım işler alkış topluyor. Çünkü artık çok az insan üretiyor. Ama inan olsun ben harika değilim, harika işler de yapmıyorum. Ben, bu toprakta olması gerekeni yapıyorum. Tohum çimlenecek, ağaç olacak. Bunun başka yolu yok. Ben de çimlendim, şimdi dallarımı uzatarak insanları güneşten, yağmurdan ve kardan korumaya çabalıyorum. Ama tek başıma ancak sınırlı insana faydam oluyor. Üreten ağaçlarımız çoğaldıkça küresel güvenliğimiz garanti altına alınmış olacaktır.”
“UZUN YAŞAMANIN SIRRI…”
Doğayla iç içe olmanın verdiği huzurdan bahseden genç yazar şunları söyledi; “Doğayla iç içe olmak gerçekten insanı rahatlatıyor. Ancak bunu nostaljik bir ritüel gibi yapmak yerine aktif olarak doğada çalışmanın insan ömrünü artıracağını ve kaliteli yaşam şeklini ortaya çıkaracağını düşünüyorum. Dünyanın en uzun yaşayan insanları, Japonya'daki Okinawa Adası'nda. Elbetteki bu insanların diyetleri, tükettikleri besinlerin değerleri ve genetik yapıları da onların uzun yaşamalarında pay sahibi ancak bu insanlar bir şey daha yapıyor: Bahçecilik. Okinawa'da uzun yaşayan insanların hepsi doğada, doğayla uğraşıyor. Maalesef bizde böyle bir kültür yitirildi. Artık kimse doğayla uğraşmıyor. Beton seviyoruz. AVM seviyoruz. Doğaya gidersek de pinkiğimizi yapıp çöpümüzü atarak şehre geri dönüyoruz. Sanayi Devrimi sonrasında Avrupa'nın kömür ve çelik depolarından biri olduğu için doğası darmadağın olan Almanya'daki Ruhr bölgesi, kapitalizmin kirli ellerinin bölgeden çekilmesinden sonra doğal bir harikaya dönüştü. Bizse çöpümüzü, molozumuzu ormanlara dökerek canlı çeşitliliğini tehdit etmeyi matahlık sanarak övünmekle meşgulüz. Yetmiyor, ormanlarımızı yakıyoruz. Yerlerine "doğayla iç içe" devre mülkler, oteller ve tatil köyleri kuruyoruz. Modern Türk insanının gerçek anlamda modernleşebilmesi için pahalı markalarla son model arabalar ve telefonlarla gerçekleşmeyecek. Üzgünüm ama bu böyle. Günümüz insanı, doğaya saygılı bir şekilde yetişir ve yaşarsa modernleşir. İklim değişikliğinin tüm dünyayı derinden etkilediği bir dönemde tüm dünya ormanların sayısını artırmaya ve var olanları da zenginleştirmeye çaba harcarken biz zamanında tarım arazisi açmak için boğazına hançer dayadığımız ormanları, son 15 yıldır imar çılgınlığı nedeniyle katlediyoruz. İnsan, doğanın üzerinde bir varlık değildir. Ben, buna inanmıyorum. İnsan da bir sincap gibi doğa varlığıdır. Aklımız var diye kendimizi üstün görmek, dünyamıza yapabileceğimiz en büyük ihanettir. Düşünebilmek güzel şey ancak bunu sürekli olarak kötü planlar için kullanmak pek de güzel değil. Yok kene, yok pire derken doğadan uzaklaşan Türk insanı gittikçe kendi yalnızlığına gömülüyor. Beyninin bir kısmını kullanarak hayatta kalmaya çalışan insanların olduğu bir ülkede hangi alanda başarı elde edilebilir? Sürekli selfie çekip beğeni sayısına odaklanan insanların nasıl bir dünya kuracaklarını merakla takip ediyorum. Kimseyi aşağılama niyetinde değilim. Doğada herkese yer var. Bir adım atılırsa tabiat, herkesi saracak kadar yüce gönüllü. Başlamak, bitirmenin yarısı: Başlayın!”
“PARA VERİP ŞEKER HASTASI OLMAYIN!”
Balya’nın benzersiz ormanlarından sofralara ulaştırdığı doğal ve katkısız ballarla adından söz ettiren Alpaslan Yelgeçer, bal üretim sürecinin kendisi için para kazanmaktan ziyada tarifi olmayan bir uğraş olduğunu dile getirdi. Yelgeçer düşüncelerini şu sözlerle ifade etti; “Sanırım son 15-20 yıldır bal işi, vicdan işine döndü. Piyasa biraz da arıcının insafına kaldı. Bal akım dönemi adı üstünde çevrede balın bolca bulunduğu dönem olarak bilinir. Bu dönemde bile yığınla yapay şekerle arılara hızlı ve bol yaptırma hevesine düşülüyor. Neyse ki bunların fiyatı, doğal ballara göre daha düşük. Ancak ülkedeki ekonomik buhranın da etkisiyle insanlarımız maalesef bu ballara da rağbet ediyor. Sonucunda şeker hastalığının yaygınlaşması kaçınılmaz hale geliyor. Çünkü sizlere satılan şey, bal değil; şeker. Doğal bal, sizlere direnç kazandırıp besin ihtiyacınızı karşılarken diğeri vücudunuza şeker yüklemesi yapmaktan başka bir işe yaramıyor. Gerçek balın anlaşılması için en güvenilir yöntem, laboratuvar analizidir. Ancak bazı ballarda belli başlı noktalar da buna delalet edebilir. Örneğin benim arıcılık yaptığım Balya'da hem çiçek balı hem de meşe balı hafif bir kekik kokusuyla ayırt edilir. Bu bir yöntem. Bunun yanında bir tatlı kaşığı kadar bal bir tabağa dökülerek üzerine de su eklendikten sonra yuvarlak hareketlerle tabak çevrildiğinde balın altıgen şeklinde görüntüler ortaya çıkardığı görülür. Bu da doğaldır. Ancak dediğim gibi bu iş artık vicdan işi haline geldi. Bu nedenle balınızı bildiğiniz, tanıdığınız arıcıdan almaya gayret edin. En önemli nokta da ucuz diye gidip bir balı almayın. Maddi gücünüz doğal bal almaya yetmiyorsa hiç almayın, para vererek şeker hastası olmayın.”
“SÜREKLİ BİR ŞEYLERLE UĞRAŞMAK BENİ MUTLU EDİYOR”
Üretimin ve yaşamın her alanını sevgiyle paylaştığı ailesiyle mutlu, huzurlu, üretim dolu bir ömrün parçası olmak istediğini söyleyen Yelgeçer, “Mesaili şartlarda çalışmak, bana sosyalleşme anlamında elbette katkı sağladı. Ancak maddi anlamda ve geleceğim konusunda bu sistemin bana yarar yerine zarar getireceğini biliyorum. Çünkü benim yaşam planımda 65 yaşımda emekli olup yazlığa yerleşerek 5 yıl sonra da ölmek gibi bir şey yok. Ben, yolda olmayı seviyorum. Yani sürekli bir şeylerle uğraşmak ve planlar yapmak beni mutlu ediyor. Bu nedenle yöneticilerim de iş arkadaşlarım benim için ne kadar değerli olsa da mesai denilen sistemin yarattığı kaos içinde ben zamanımı satıyorum. Bunun karşılığında kazandığımsa gerçekten benim hayallerimi geçrekleştirmeme yetmiyor. Doğada doğal bal, yumurta ve kuzu üretiminin yapıldığı bir aile işletmesi, içinde kitapların dizili olduğu bir ağaç ev, yılda birkaç haftalık yurt dışı gezileri, dostlarla yaz akşamları bahçede yenilen yemekler için mesaili sistemin vaatleri yeterli olmuyor. Bu nedenle birden fazla alanda varlık göstererek hayallerimi gerçekleştirmeye çalışıyorum. Kızımın düzgün bir yaşamının olması, eksiksiz büyümesi, mutlu bir çocukluk yaşaması, eşimin hiçbir şeye muhtaç olmadan yaşaması ve benim güzel insanlarla tanışıp bu ülkeye bir üretim modeli armağan edebilmem için çok fazla çalışmam gerekiyor. Bunun için de en gerekli şey zaman. Gerisi akıl ve fırsatlarla örülüp gidiyor.” şeklinde konuştu.